Kobitek.com web sitesi, analitik ve kişiselleştirme dahil olmak üzere site işlevselliğini sağlamak ve reklam gösterimini optimize etmek için çerezler gibi verileri depolar.
Bir toplumda belirli gruplar aşırı yoksunluk içindeyken veya kendilerini sistem tarafından dışlanmış hissederken, isyanlar, iç çatışmalar çıkması olası hale gelir. Örneğin gelir dağılımının çok bozuk olduğu, işsizliğin yüksek olduğu ülkelerde hükümetlere karşı toplumsal huzursuzluk daha sık görülür.
Yolsuzluk ve kötü yönetim de istikrarsızlığı tetikler: Devlet yetkililerinin halkın ihtiyaçlarını gözetmemesi, hukukun üstünlüğünün işlemediği ortamlar, halk nezdinde devlete güveni sarsar ve otorite boşluğu yaratır.
Bu durumda protestolar, darbeler veya otoriteye karşı silahlı hareketler ortaya çıkabilir. Etnik ve dini gerilimler de birçok bölgede istikrarın önündeki engellerdendir. Tarihsel husumetleri veya kimlik çatışmalarını barındıran toplumlarda ufak kıvılcımlar büyük çatışmalara dönüşebilir. Örneğin Orta Doğu’da ve Afrika’nın bazı bölgelerinde etnik/dini bölünmeler devletleri zayıf düşürmüş, sürekli anlaşmazlıklara yol açmıştır. Ayrıca coğrafi ve sınır anlaşmazlıkları da süreğen krizler üretir (Kashmir, Filistin sorunu vb. örneklerde görüldüğü gibi).
Büyük güç rekabeti de istikrarı bozan bir faktördür: Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi günümüzde de süper güçler (ABD, Rusya, Çin vb.) nüfuz mücadelesi uğruna bazı ülkelerde vekâlet savaşları veya darbe girişimleri olmasına zemin hazırlayabiliyor. Bu da o bölgelerde rejimlerin sık sık değişmesine veya çatışmaların sürmesine neden oluyor. Bir diğer sebep, kurumların zayıflığıdır. İstikrarlı rejimler, genellikle güçlü ve kapsayıcı kurumlar (bağımsız yargı, etkin bürokrasi, hesap verebilir yönetim) üzerine inşa edilir. Birçok ülkede bu kurumlar tam oturmadığından siyasi çalkantılar yaşanır. Örneğin bazı genç demokrasi veya geçiş sürecindeki ülkelerde kurumlar yerleşik olmadığı için askerî müdahaleler veya seçim krizleri görülebilmektedir.
İklim değişikliği ve kaynak sıkıntıları da dolaylı olarak istikrarsızlık yaratıyor. Kuraklık, su kıtlığı, gıda fiyatlarının artması isyanlara veya göç dalgalarına neden olarak ülkeleri zayıflatabiliyor. Genel olarak, dünyada istikrarlı rejimlerin yaygın olamaması, ülkeden ülkeye değişen karmaşık problemler bütününün sonucudur.
Her toplumun kendine özgü tarihi travmaları, ekonomik koşulları ve sosyal gerilimleri bulunur. Bu dinamikler bazen istikrarlı bir yönetim kurulmasını engelliyor. Örneğin bir ülkede demokratik seçim yapılır ama ardından kaybeden taraf sonucu kabul etmezse veya kazanan taraf otoriterleşmeye giderse, siyasi kriz patlak verebiliyor.
Küresel çapta bakıldığında hala birçok halk siyasi haklar, insan hakları ve ekonomik adalet talepleriyle mevcut rejimlerine karşı protestolar yapıyor. Bu da rejimleri sarsabiliyor. Sonuç olarak, küresel düzende tam bir istikrar yakalamak zor, çünkü insan toplumları içinde çıkar çatışmaları, güç mücadeleleri ve adaletsizlikler bütünüyle ortadan kalkmış değil. İstikrarsızlığın sürekli ön planda olmasının temelinde fakirlik, eşitsizlik ve kötü yönetim gibi yapısal sorunlar yatıyor.
Bunlar giderilmedikçe, dünyanın çeşitli yerlerinde darbeler, iç savaşlar veya hükümet krizleri gibi istikrarsızlık unsurları ortaya çıkmaya devam ediyor. Aşırı sağın yükselmesinin nedenleri nelerdir? Son yıllarda pek çok ülkede aşırı sağ ve popülist siyasi akımlar güç kazandı. Aşırı sağın yükselişindeki başlıca nedenlerden biri ekonomik güvensizlik ve toplumsal eşitsizlik hissidir.
Birçok araştırma, küreselleşme ve teknolojik değişim nedeniyle bazı kesimlerin ekonomik olarak geride kalmasının, bu grupları radikal sağ söylemlere açık hale getirdiğini gösteriyor. Örneğin imalat sanayindeki işini kaybeden veya gelirleri duraklayan insanlar, mevcut düzene öfke duyup çözümü milliyetçi söylemlerde arayabiliyor. Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma, sosyal hareketlilik eksikliği ve ekonomik kaygıların dünya genelinde aşırı sağı besleyen önemli faktörler olduğunu vurguluyor.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik, “elitler kazanırken halk kaybediyor” şeklinde bir anlatıya zemin hazırlıyor ve aşırı sağ liderler bu anlatıyı sıkça kullanıyor. Bir diğer önemli neden, göç ve kimlik endişeleridir. Küreselleşme çağında artan göç hareketleri ve kültürel çeşitlilik, bazı kesimlerde kimlik tehdit algısı yaratmıştır. Aşırı sağ partiler, göçmenleri günah keçisi ilan ederek işsizlikten suç oranlarına kadar çeşitli toplumsal sorunları onlara bağlamaktadır.
Özellikle Avrupa’da mülteci krizleri sonrası pek çok ülkede yabancı karşıtı, İslamofobik söylemler yükseldi. Bu partiler göçmenlerin ulusal kimliği “sulandırdığını” veya refah devletinden pay aldığını iddia ederek destek topluyor. Örneğin İtalya, Macaristan gibi ülkelerde aşırı sağ liderler göçü bir ideolojik tehdit olarak sunup seçmen mobilize etmişlerdir.
Ayrıca küreselleşme karşıtı ve düzen karşıtı bir tepki de söz konusu. Ulusötesi anlaşmalar, serbest ticaret, çokkültürlülük politikaları gibi olgular bazı kesimlerce kendi çıkarlarına aykırı görülüyor. Aşırı sağ söylem, bu modern değişimleri reddedip nostaljik bir ulus-devlet vurgusu yapıyor – “ülkemizi geri alalım” gibi sloganlarla seçmenlerin duygularına hitap ediyor.
Siyasi elitlere duyulan güvensizlik de popülist sağın ekmeğine yağ sürüyor: Geleneksel merkez sağ/sol partilerin yolsuzluk veya halka yabancılaşma algısı, seçmeni alternatif arayışına itiyor. Aşırı sağ liderler kendilerini “düzen karşıtı, halkın gerçek sesi” olarak lanse ederek bu güvensizlikten faydalanıyor. Örneğin Brezilya’da Jair Bolsonaro veya ABD’de Donald Trump, mevcut düzene öfkeli kitleleri radikal söylemlerle yanına çekmiştir. Medyanın ve sosyal medyanın rolü de önemli bir etkendir. Kışkırtıcı, uç fikirler sosyal medyada daha kolay yayılıp taraftar bulabiliyor.
Komplo teorileri ve yanlış bilgiler de aşırı sağ propagandayı besliyor. Örneğin Avrupa’da “Büyük İkame Teorisi” gibi asılsız iddialar (yerli nüfusun göçmenlerle değiştirileceği korkusu) sosyal medyada yaygınlaşıp aşırı sağ partilerin söylemine girdi. Özetle aşırı sağın yükselişinde ekonomik güvencesizlik, kültürel kimlik kaygıları ve ana akım politikalara tepki iç içe geçmiştir.
Yapılan anketler, halkın ciddi bir kısmının küresel elitlerin kendi aleyhlerine çalıştığına inandığını gösteriyor. Örneğin bir araştırma, ABD ve Avrupa’da her beş kişiden birinin “gizli bir küresel güç odağı ülkeyi yönetiyor” gibi komplo teorilerine inandığını ortaya koymuştur. Bu tür inançlar da genellikle aşırı sağ retoriğe yansır. Aşırı sağ partiler göç, ulus, din temalarını merkezine alıp “halkçı” bir dil kullanarak geniş kitlelere ulaşıyor. Örneğin İtalya’da 2022 seçimlerinde kazanan aşırı sağ parti, ekonomik sorunlar yaşayan İtalyanların öfkesini göçmenlere ve Brüksel’e yönlendiren bir kampanya yürütmüştür.
Sonuç olarak, aşırı sağ dalganın ardındaki itici güçler; ekonomik hayal kırıklıkları (işsizlik, gelir adaletsizliği), kültürel tepkiler (göç ve küreselleşme karşıtlığı) ve siyaset kurumuna güvensizlik olarak özetlenebilir. Bu dinamikler, farklı ülkelerde farklı biçimlerde tezahür etse de ortak payda, belirsiz ve değişken bir dünyada insanların basit çözümler vaat eden uç ideolojilere yönelmesidir.
Küresel iltica artışının nedenleri ve olumlu/olumsuz yanları nelerdir? Son yıllarda dünya çapında zorunlu yerinden edilme ve iltica talepleri rekor seviyelere ulaştı. Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı (UNHCR) verilerine göre 2023 itibarıyla 110 milyon insan savaş, şiddet, zulüm veya insan hakları ihlalleri sebebiyle evini terk etmek zorunda kalmış durumda.
Bu sayı, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en yüksek yerinden edilmiş insan sayısıdır ve 2010’lardaki 60 milyon civarından neredeyse ikiye katlanmıştır. Küresel iltica artışının başlıca nedenleri, çatışmaların devam etmesi ve yenilerinin çıkmasıdır. UNHCR’nin yıllık raporuna göre yeni patlak veren savaşlar ve çözülmemiş krizler, zorla yerinden edilmeyi rekor düzeye çıkarmıştır.
Örneğin 2022’de Rusya-Ukrayna savaşı milyonlarca Ukraynalıyı komşu ülkelere sığınmacı olarak itti ve aynı yıl Myanmar, Etiyopya, Afganistan gibi ülkelerde süregelen çatışmalar nedeniyle büyük göçler yaşandı.
İç savaşlar, terör ve şiddet de sivilleri kaçmaya zorluyor – Suriye’deki iç savaş sonucunda yaklaşık 6,8 milyon Suriyeli ülke dışına kaçmış durumda. Etnik temizlik ve zulüm de önemli bir faktör: Myanmar’daki Rohingya azınlığına yönelik etnik temizlik kampanyası, 2017’de 700 binden fazla Rohingya’nın Bangladeş’e sığınmasına yol açtı. Siyasi baskı ve insan hakları ihlalleri, muhaliflerin veya risk altındaki grupların ülkesini terk etmesine sebep oluyor (örneğin İran, Venezuela, Eritre gibi ülkelerden birçok insan bu nedenle kaçmaktadır).
Son dönemde iklim değişikliğinin etkileri de dolaylı yoldan ilticayı artırıyor: Kuraklık, sel, kasırga gibi afetler tarım ve yaşam koşullarını mahvederek çatışmaları veya kitlesel göçleri tetikleyebiliyor. UNHCR Yüksek Komiseri Filippo Grandi, günümüzde çatışma ve şiddete iklim krizinin etkilerinin de eklendiğini ve insanların bu “kök nedenlerin karışımı” yüzünden kaçtığını belirtmiştir.
Özetle, küresel iltica artışının nedeni insanlığın karşılaştığı bir dizi krizin (savaş, şiddet, baskı, afet) aynı anda birçok bölgede etkili olmasıdır. Bu büyük sığınmacı ve mülteci akınının olumlu ve olumsuz yanları üzerine farklı perspektifler bulunmaktadır. Olumlu yönlerden biri, göç alan ülkeler açısından ekonomik ve demografik katkıdır. Birçok çalışma, mültecilerin gittikleri topluma uzun vadede pozitif katkı yaptığını gösteriyor. Örneğin ABD’de yapılan bir araştırma, mülteci ve sığınmacıların 2005-2019 yılları arasında ekonomiye net $123 milyar katkı sağladığını ortaya koymuştur.
Mülteciler vergi öder, çalışır, iş kurar ve bulundukları ülkenin ekonomisine entegre olurlar. Amerika’da mültecilerin yıllık 25 milyar dolar vergi ödediği ve yüksek oranda girişimci oldukları tespit edilmiştir.
Benzer şekilde Avrupa’da da işgücü açığı olan sektörlerde (örneğin yaşlı bakımında, inşaatta) sığınmacılar çalışarak üretime katkıda bulunmaktadır. Demografik olarak genç mülteci nüfusu, yaşlanan toplumların nüfus dengesini tazelemekte, çalışma çağındaki nüfusu artırmaktadır. Mülteciler ayrıca kültürel çeşitlilik getirerek toplumları zenginleştirebilir; geçmişte ülkelere göç eden toplulukların bilimden sanata birçok alanda olumlu etkileri olmuştur.
İnsani açıdan bakıldığında ise, zor durumdaki insanlara sığınma imkânı vermek ahlaki bir sorumluluk olmanın yanı sıra gelecekte küresel barışa yatırım olarak da görülebilir. Zulümden kaçan insanların güvenli bir hayat kurması, radikalleşme ve intikam döngülerini kırabilir.
Olumsuz yanlarına gelince, ani ve büyük çaplı mülteci akınları, özellikle hazırlıksız yakalanan ülkelerde altyapı ve toplumsal gerilim sorunları yaratabilir. Bir ülkeye kısa sürede yüz binlerce sığınmacı girerse, barınma, gıda, sağlık, eğitim gibi hizmetler üzerinde büyük bir baskı oluşur. Kaynakları sınırlı gelişmekte olan ülkeler bu yükü taşımakta zorlanabilir.
Nitekim dünya mültecilerinin %70’inden fazlası gelişmekte olan ülkelerde barınmaktadır ve bu ev sahibi ülkeler çoğu zaman uluslararası destek yetersizliğinden şikâyetçidir. Örneğin Lübnan, nüfusunun dörtte birine denk gelecek şekilde 1 milyonun üzerinde Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmakta ve bu durum ülkenin altyapısını zorlamaktadır.
Mülteci akınının bir diğer olası olumsuz etkisi, toplumsal huzursuzluk ve siyasi tepki yaratabilmesidir. Bazı toplumlarda yerliler, mültecileri bir yük veya tehdit olarak görüp onlara karşı tavır alabilir. Siyasetçiler de bu durumu kullanarak sert göçmen karşıtı politikalar geliştirebilir. UNHCR Yüksek Komiseri Grandi, zengin bazı ülkelerde mültecilere karşı söylemlerin sertleştiğini, bazı siyasilerin “mültecileri her şeyin suçlusu ilan ettiğini” belirtmiştir.
Bu tür söylemler mültecilere karşı nefret suçlarına veya ayrımcılığa yol açabilir, toplumdaki kutuplaşmayı artırabilir. Ayrıca ev sahibi ülkede ekonomik zorluk varsa, halk mültecileri rakip olarak görüp iş veya sosyal yardım rekabeti varmış gibi düşünebilir. Örneğin Avrupa’da mülteci karşıtı aşırı sağ partiler, “mülteciler sizin işinizi alıyor veya vergilerinizi tüketiyor” propagandası yaparak oy kazanmaktadır. Bunun sonucunda bazı hükümetler sığınma kurallarını sertleştirme, mültecileri geri çevirme veya geri gönderme gibi politikalara yönelmiştir.
Elbette, bu olumsuzlukların hiçbiri mültecilerin suçu değildir; bunlar daha çok mülteci krizlerinin yönetilememesinden veya yanlış algılardan kaynaklanır. Özetlemek gerekirse, küresel iltica artışı, bir yandan insanlık adına büyük bir meydan okumadır – milyonlarca kırılgan insanın korunması ihtiyacı – diğer yandan doğru ele alındığında toplumlara genç işgücü, ekonomik dinamizm ve kültürel zenginlik getirebilir. Günümüzde mültecilerin büyük kısmı düşük ve orta gelirli ülkelere sığınmıştır ve bu ev sahibi ülkelerin cömertliği uluslararası toplum tarafından övülmektedir.
Ancak mülteci krizlerinin yükü adil paylaşılmazsa ve yanlış bilgilere dayalı siyasi söylemler devam ederse, olumlu potansiyellerin yerine gerilimler ön plana çıkabilir. Uzun vadede, mülteci sorununu çözmenin en iyi yolu, insanları kaçmaya zorlayan savaş, zulüm ve yoksulluğu kaynağında çözmektir. Böylece hem insanların zorla yer değiştirmesi engellenir, hem de dünyada kitlesel göçlerin yarattığı sorunlar azalır.
Kaynakça:
PMC.NCBI.NLM.NIH.GOV, GLOBALCTINSTITUTE.ORG, LIBRARY.HBS.EDU, UNHCR.ORG, WILSONCENTER.ORG, AMERICANIMMIGRATIONCOUNCIL.ORG,
Destekçilerimize Teşekkürler
Kozyatağı Mahallesi Sarı Kanarya Sokak
Byofis No: 14 K:7 Kadıköy 34742 İstanbul
Telefon: 0216 906 00 42 | E-Posta: info@ kobitek.com
KOBITEK.COM, bir
TEKNOART Bilişim Hizmetleri Limited Şirketi projesidir.
2001 yılından beri KOBİlere ücretsiz bilgi kaynağı olma hedefi ile, alanında uzman yazarlar tarafından sunulan özgün bir iceriğe sahiptir.
Tüm yazıların telif hakları KOBITEK.COM'a aittir. Alıntı yapılabilir, referans verilebilir, ancak yazarın kişisel bloğu dışında başka yerde yayınlanamaz!!!