Kobitek.com web sitesi, analitik ve kişiselleştirme dahil olmak üzere site işlevselliğini sağlamak ve reklam gösterimini optimize etmek için çerezler gibi verileri depolar.
Guy Standing’in literatüre kattığı “prekarya” terimi, iş güvencesi olmayan, sosyal haklara erişimi sınırlı ve geleceğe dair kaygılarla yaşayan yeni bir toplumsal sınıfı anlatır. Türkiye’de asgari ücretli çalışanların önemli bölümü, sözleşmeli personeller, freelance çalışanlar ya da mevsimlik işçiler bu tanıma büyük ölçüde uyar. Sarkar’ın görselinde de yoksulluk ekosistemi, belirsiz ve tehlikeli çalışma koşullarını, yetersiz geliri ve sosyal hak eksikliğini birbirini besleyen unsurlar olarak gösterir.
Prekarya, sadece ekonomik kırılganlıkla değil, aynı zamanda kimlik ve aidiyet bunalımıyla da bağlantılıdır. Yani birey, hem gelir açısından riskli bir konumda bulunur hem de toplumsal olarak “alt” tabakaya itilir. Bu durum, fırsat eşitsizliğini katmerlendirerek yoksulluk döngüsünü nesiller boyu sürdürebilir.
Yoksulluk, temelde bireysel, kurumsal ve yapısal etkenlerin ortak ürünüdür. Türkiye’de bu nedenleri anlamak, yoksulluk ekosistemini bütüncül biçimde analiz edebilmek için kritik önem taşır.
Türkiye, dönem dönem yüksek büyüme oranları yakalasa da bu büyümenin her zaman adil bir gelir dağılımına ve istihdam artışına dönüşmediği gözlemlenir. İhracata dayalı büyüme modelleri, bazı sektörlerin ve bölgelerin gelişmesini desteklerken, diğer alanlarda işsizlik ve düşük ücret sorunları devam eder. Tarım ve hayvancılık sektörlerinde yaşanan yapısal sorunlar ve teknolojik dönüşümlerin yarattığı dışlanma da kırsal yoksulluğun artmasına neden olur.
Türkiye’de kayıt dışı istihdam oranı hâlâ oldukça yüksektir. Bu durum, çalışanların sosyal güvenlikten yararlanamaması, asgari ücretin altında çalışma ve iş güvencesi eksikliği gibi sorunları beraberinde getirir (TÜİK, 2022). Kayıt dışı istihdam, yoksulluk ekosistemini derinleştiren başlıca faktörlerden biridir.
Düşük vasıflı işçilerin pazardaki konumu, düşük ücretli işlere sıkışmışlık ve sendikalaşma oranının düşüklüğü, yoksulluk riskini artıran unsurlar arasındadır.
Eğitim, yoksulluktan çıkışın en etkin yollarından biri olarak kabul edilir. Ancak Türkiye’de bölgesel eşitsizlikler ve sosyoekonomik farklılıklar, eğitimin kalitesine ve sürdürülebilirliğine erişimi sınırlamaktadır. Özellikle kırsal bölgelerde okullaşma oranlarının düşüklüğü, kız çocuklarının eğitimine verilen önemin yetersiz olması ve mesleki eğitimdeki sorunlar, yoksulluk döngüsünü kırmayı zorlaştırır.
Üniversite mezunu işsizliği bile, nitelik-nicelik uyuşmazlığı nedeniyle giderek artmaktadır. Bu da yoksulluğun “eğitimle aşılabileceği” fikrini kısmen zayıflatmakla birlikte, eğitim reformlarının önemini ortadan kaldırmaz.
Türkiye’de yoksulluk, coğrafi olarak homojen dağılmamaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri, Orta Anadolu’nun bazı kesimleri, iş ve yatırım olanaklarının sınırlı olması nedeniyle daha yüksek yoksulluk oranlarına sahiptir.
Megakentlerde ise yüksek yaşam maliyeti, konut fiyatları ve işsizlik, kent yoksulluğunun artmasına yol açar. Bu durum, hem iş gücü mobilitesini hem de göç dinamiklerini etkileyerek yoksulluğun kent ve kırsal bölgeler arasında farklılaşmasına neden olur.
Aile yapısı, toplumsal cinsiyet rolleri, geleneğe dayalı bakış açıları ve sosyal ağların varlığı gibi faktörler, yoksulluğun sürmesinde önemli rol oynar. Geniş ailelerde tek bir kişinin gelirine bağımlı kalmak, kadınların iş gücüne katılımının düşük olması, erken yaşta evlilikler ve çocuk işçiliği, yoksulluk ekosistemini besleyen sosyal sorunlardır. Bu konularda farkındalık yaratılması ve toplumsal dönüşüm için atılacak adımlar, yoksullukla mücadelede kritik önemdedir.
Yoksulluk ekosisteminin çok boyutlu doğası, çözüm için de bütüncül politikalar gerektirir. Türkiye’de bu konuda hem devlet kurumları hem de sivil toplum kuruluşları (STK) ve uluslararası kuruluşlar çeşitli projeler yürütmektedir.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı başta olmak üzere çeşitli kamu kuruluşları, yoksullukla mücadele kapsamında sosyal yardım programları, istihdam teşvikleri ve eğitim destekleri verir, veya vermeye çalışır. Örneğin, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları (SYDV) aracılığıyla düşük gelirli ailelere nakdi ve ayni yardımlar yapılmaktadır. Ayrıca, kırsal bölgelerde istihdam yaratmayı amaçlayan kalkınma ajansları ve KÖYDES gibi projeler, altyapı ve ekonomik faaliyetlerin geliştirilmesini hedefler.
Ancak kamunun bu konudaki çabalarının sürdürülebilirliği ve etkisi tartışma konusudur. Sosyal yardımların varlığı, anlık ihtiyaçları kısmen karşılayarak yoksulluğu hafifletse de “balık vermek yerine balık tutmayı öğretme” yaklaşımının eksik kalması, yoksulluk döngüsünün kırılmasını zorlaştırır (TÜSEV, 2021). Dolayısıyla sosyal yardım programlarının yanında eğitim, istihdam ve girişimcilik destekleri gibi yapısal önlemlere ağırlık verilmesi gerekir.
Türkiye’de yoksullukla mücadelede STK’lar önemli bir aktördür, Kızılay, Darüşşafaka Cemiyeti gibi kuruluşlar, farklı hedef gruplarına yönelik yardım, eğitim ve barınma projeleriyle yoksulluk ekosistemini hafifletmeye çalışır. Özellikle doğal afetler veya kriz dönemlerinde, bu kuruluşların etkin rolü daha da belirgin hâle gelir. STK’ların yürüttüğü programlar, genellikle belirli bir bölgede veya belirli bir demografik grupta yoğunlaşır.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Dünya Bankası ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlar, Türkiye’de yoksullukla mücadeleye teknik destek, fon ve danışmanlık sağlayarak katkıda bulunurlar. Özellikle kırsal kalkınma, eğitim projeleri, kadın girişimciliğinin desteklenmesi ve mültecilere yönelik yardım programları, uluslararası fonların öncelikli alanları arasında yer alır (World Bank, 2022). Ancak bu desteklerin uzun vadeli etkisi, ulusal politikalarla entegrasyon seviyesine bağlıdır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan güncel verilere göre, yoksulluk oranları son birkaç yılda dalgalı bir seyir izlemektedir. Pandemi etkisiyle 2020 ve 2021 yıllarında işsizlik oranının yükselmesi ve özellikle hizmet sektörünün kapanması, dar gelirli ve kayıt dışı çalışan kesimin gelirlerini olumsuz etkilemiştir. Enflasyonun yükselişi, sabit gelirli vatandaşların alım gücünü düşürmüş, gıda enflasyonu “gıda yoksulluğu” riskini artırmıştır (TÜİK, 2022).
Buna ek olarak, gelir dağılımı eşitsizliği (Gini katsayısı) Türkiye’de hâlâ önemli bir sorundur. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, yüksek gelirli kesim ile düşük gelirli kesim arasındaki makası açarak göreli yoksulluğu artırır. Eşitsizliğin, sosyoekonomik ve siyasi istikrarı da tehdit ettiği yönündeki görüşler (Piketty, 2014), Türkiye için de geçerliliğini korumaktadır.
Son dönemde Türkiye, hem iç göç hem de dış göç (özellikle Suriyeli mülteciler) açısından yoğun hareketlilik yaşamaktadır. Türkiye’de geçici koruma altında bulunan milyonlarca Suriyeli mülteci, iş gücü piyasasında kayıt dışı çalışmak zorunda kalırken, aynı zamanda kamusal hizmetlere erişimde güçlükler yaşamaktadır. Bu durum, Türkiye’deki yoksulluk ekosistemini daha da karmaşık hâle getirmektedir (UNHCR, 2022). Mültecilerin büyük bir kısmının düşük ücretli işlere yönelmesi, yerli işçilerle rekabet algısına yol açmakta ve yoksullukla mücadele politikasını çok boyutlu hâle getirmektedir.
Türkiye’de kadın iş gücüne katılım oranı, OECD ülkeleri ortalamasının gerisindedir. Bu durum, yoksulluk riskini özellikle kadınlar açısından yükseltmektedir. Eve kapanma, erken evlilik, ücretsiz aile işçiliği ve toplumsal cinsiyet kalıpları gibi konular, kadınların ekonomik ve sosyal hayattaki konumunu zayıflatır. Gençler arasında işsizlik ve geleceğe dair kaygılar da yoksulluk ekosisteminin bir parçasını oluşturur. Eğitimini tamamladıktan sonra istihdam piyasasına girişte yaşanan sorunlar, mezun gençlerin düşük ücretli veya vasıfsız işlerde çalışmak zorunda kalmasına yol açmaktadır (TÜİK, 2022).
Yoksulluk, yalnızca parasal yetersizliklerden doğmaz; aksine ekonomik, sosyal, politik, kurumsal ve kültürel faktörlerin kesişiminde ortaya çıkan bir yapıdır. Türkiye’de yoksulluk ekosistemini canlı tutan pek çok mekanizma vardır. Bu faktörlerden bazıları doğrudan ekonomik koşullara işaret ederken, bir kısmı da toplumsal değerler, dini inançlar ve kültürel normlardan beslenir. Bu sebeple yoksulluk ekosisteminin devamlılığını sağlayan mekanizmaları anlamak, sürdürülebilir çözümler üretmek için kritik öneme sahiptir.
Uzun yıllar yoksulluk koşullarında yaşayan topluluklar, geleceğe dair umutlarını kaybederek bir “yoksulluk kültürü” geliştirir. Bu kültürde eğitim beklentisi ve sosyal hareketlilik inancı düşük, erken yaşta iş hayatına atılma veya evlilik daha yaygındır. Aile içi dayanışma önemli olmakla birlikte, bu dayanışma şekli bazen bireylerin kendi potansiyellerini kullanarak ekonomik durumlarını iyileştirmelerini engelleyebilir. Kırsal ya da kent çeperlerinde kuşaklar boyu süren yoksulluk, öğrenilmiş çaresizlik duygusunu besleyerek ekonomik ve toplumsal eşitsizliğin devam etmesine zemin hazırlar (Lewis, 1966).
Düşük gelirli kesimlerin bankacılık sistemine sınırlı erişimi, yatırım yapma ve kendi işini kurma fırsatlarını kısıtlar. Mikrokredi uygulamaları veya katılım bankacılığı gibi alternatif finansman araçları, kısmen bu boşluğu doldurmaya çalışsa da henüz yeterince yaygın ve erişilebilir değildir. Özellikle tarım veya küçük ölçekli ticaretle uğraşan haneler, teminat gösteremediği için kredi alamaz ve yoksulluk döngüsünden çıkmakta zorlanır.
Kayıt dışı ekonominin büyük bir hacme sahip olması, devletin vergi gelirlerini kısıtlar; dolayısıyla sosyal politikalara ayrılabilecek kaynakları da azaltır. Kayıt dışı çalışanların sosyal güvenlik haklarından yoksun olması, iş kazaları ve hastalıklar karşısında kırılganlığı artırır. Kayıt dışı çalışmanın yaygınlığı, işverenlerin maliyet düşürme motivasyonuyla birleşince, toplumun geniş bir kesimi sürekli olarak yoksulluk veya yoksulluk riski altında kalır.
Türkiye’de merkezi yönetim, kamu kaynaklarının dağıtımında belirleyici konumda olsa da yerel yönetimlerin yetki ve mali kaynakları sınırlıdır. Özellikle yoksullukla mücadele gibi sahada anlık müdahale ve uzun vadeli kalkınma gerektiren konular, yerel inisiyatifleri ve hızlı çözümleri zorunlu kılar. Fakat merkeziyetçi yapı, belediyeler veya yerel sivil toplum kuruluşlarının proje ve program geliştirmesinde engeller yaratabilir. Bu da yoksulluk ekosisteminin bölgesel farklılıkları derinleştirmesine yol açar.
Bu bölümler birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’de yoksulluk ekosisteminin çok katmanlı bir yapıya sahip olduğu açıktır. Ekonomik etmenlerin yanı sıra, kültürel, dini ve kurumsal faktörler de yoksulluğun sürmesine katkı sunar. Yoksullukla mücadelede ise ancak bu faktörlerin her birini dikkate alan, çok yönlü ve bütüncül politikalarla etkili sonuçlar elde edilebilir.
Yoksullukla mücadelede başarı için çok yönlü ve sürdürülebilir politikalar gereklidir. Gelir dağılımı adaletinden eğitime, sağlık hizmetlerinin erişilebilirliğinden kadın istihdamını artırmaya kadar geniş bir alanda reformlar kaçınılmaz görünmektedir.
Eğitim, yoksullukla mücadelede en kritik araçlardan biridir. Özellikle mesleki eğitim, teknoloji okuryazarlığı ve yaşam boyu öğrenme programları, genç nüfusun iş gücü piyasasında daha rekabetçi hâle gelmesini sağlayabilir. Eğitim reformlarının sadece müfredatla sınırlı kalmayıp, mesleki yönlendirme ve staj imkânlarını kapsaması önemlidir (MEB, 2021). Ayrıca, eğitimde cinsiyet eşitliği gözeterek kız çocuklarının eğitime devamlılığını destekleyen burslar ve teşvikler yaygınlaştırılmalıdır.
Eğitimin ticarileştirmiş olması erişilebilirlik ve kalite sorunlarını da beraberinde getirmektedir.
Kayıt dışı istihdam, yoksulluk ekosistemini besleyen en büyük problemlerden biridir. Bu sorunun çözümü için işverenlere teşvikler sunarak kayıtlı istihdama geçişi özendiren politikalar geliştirilebilir. Aynı zamanda sendikalaşmanın güçlendirilmesi, çalışanların haklarına erişimini kolaylaştırır, ücret seviyelerini yükseltir ve sosyal güvenceleri artırır.
Tüm bunlar, yoksulluğun temelini oluşturan kırılgan istihdam yapısını kısmen iyileştirebilir (ILO, 2022).
Kadınların iş gücüne katılım oranının artması, yoksullukla mücadelede çok büyük bir potansiyel sunar. Kadın girişimciliğini destekleyen mikrokredi uygulamaları, vergi teşvikleri ve danışmanlık hizmetleri, aile gelirini çeşitlendirebilir.
Benzer şekilde, gençler arasında girişimciliğin teşvik edilmesi, yenilikçi fikirlerin hayata geçmesini sağlayarak yeni istihdam alanları yaratabilir.
Teknoloji tabanlı girişimler, özellikle internet erişiminin yaygın olduğu bölgelerde, yoksulluğu azaltmaya katkı sunacak dinamikler barındırır.
Türkiye’de yoksulluk coğrafi farklılıklar gösterdiği için bölgesel kalkınma stratejileri önem kazanır. Kırsal bölgelerde tarım ve hayvancılığın modernizasyonu, yerel ürünlerin pazarlanması ve turizm potansiyelinin değerlendirilmesi, yoksulluk ekosistemini hafifletecek çözümler arasında yer alır.
Ayrıca kamu ve özel sektör iş birliğiyle organize sanayi bölgeleri ve teknoloji geliştirme bölgelerinin yaygınlaştırılması, yerel halk için istihdam fırsatlarını artırabilir (Kalkınma Ajansları, 2021).
Sosyal yardım programlarının sürdürülebilir olması ve gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşması için veri tabanlarının güncel ve kapsamlı olması şarttır. Özellikle hane geliri, demografik özellikler ve bölgesel ihtiyaçlara dair verilerin düzenli olarak toplanması, yardımların suistimal edilme riskini azaltır ve etkinliğini yükseltir.
Sosyal politikaların tasarımında ve uygulamasında şeffaflık, kamuoyu güvenini artırarak yardımların toplumsal kabulünü güçlendirir.
Bu noktada Einstein’ın “Sorunlarımızı, onları yaratan aynı düşünce tarzıyla çözemeyiz” sözüne geri dönmekte fayda var. Sarkar’ın görseli, yoksulluk ekosisteminin tek bir müdahaleyle çözülemeyecek kadar çok katmanlı olduğunu vurgular. Tıpkı Marks’ın teorilerinde olduğu gibi, kapitalist üretim ilişkilerinin temelinde var olan eşitsizlik mantığıyla yoksulluğun tam olarak giderilmesi güçleşmektedir. Çünkü sistemin kendisi, sürekli rekabet ve maliyet minimizasyonu üzerine kurulduğundan, emeğin değeri çoğu zaman ikinci plana itilir.
Dolayısıyla “yeni bir düşünce tarzı” gerektiği vurgusu, yalnızca politik makro düzeydeki radikal değişiklikleri değil, aynı zamanda yerelde ve mikro ölçekte dayanışmacı ekonomiler, kooperatif girişimleri, hak temelli sosyal politikalar ve katılımcı demokrasi anlayışını da içerir. Kimi yaklaşımlara göre yerel yönetimlerin daha güçlü kılınması, kooperatifleşmenin yaygınlaşması, sosyal girişimcilik modellerinin desteklenmesi ve eğitim reformlarının derinleştirilmesi; yoksulluğu azaltma konusunda sürdürülebilir adımlar olabilir.
Türkiye’de yoksulluk, tarihsel, sosyal, ekonomik, politik ve kültürel faktörlerin kesişiminde ortaya çıkan, çok boyutlu bir sorundur. Ülke, dönem dönem yüksek ekonomik büyüme oranları yakalasa da bu büyüme her zaman gelir adaletine ve sürdürülebilir sosyal kalkınmaya dönüşmemektedir. Yoksulluğun devamlılığını sağlayan mekanizmalar arasında kayıt dışı istihdam, düşük eğitim kalitesi, kadınların iş gücüne katılımındaki zorluklar, bölgesel eşitsizlikler ve merkeziyetçi politikalar yer alır. Aynı zamanda göç ve mülteci sorunları da yoksulluk ekosisteminin yapısını daha karmaşık hâle getirmiştir.
Yoksullukla mücadelede devletin sosyal yardım programları, STK’ların hedef odaklı projeleri ve uluslararası kuruluşların fon desteği önemli rol oynamaktadır. Ancak bu çabaların sürdürülebilirliği ve başarısı, çok yönlü ve bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç duyar. Eğitim reformları, kayıt dışı istihdamın azaltılması, kadın ve genç girişimciliğinin desteklenmesi, bölgesel kalkınma stratejileri ve sosyal politikaların şeffaf uygulanması gibi alanlarda iyileştirmeler yapılmadan yoksulluk ekosisteminin kırılması zordur.
Geleceğe dair umut verici nokta ise Türkiye’nin genç ve dinamik bir nüfusa sahip olması, stratejik konumu sayesinde ticaret ve turizm gibi alanlarda büyük potansiyele sahip olmasıdır. Doğru politikalar ve kapsayıcı kalkınma stratejileriyle, yoksulluk oranlarının önemli ölçüde düşürülmesi mümkündür. Ayrıca dijital dönüşümün hız kazanmasıyla, iş gücü piyasalarında esneklik ve yeni istihdam modelleri devreye girebilir. Online eğitim platformlarıyla eğitimde fırsat eşitliği sağlanabilir, dijital girişimler kırsal bölgeler için bile yeni fırsatlar oluşturabilir.
Bu noktada yapılması gereken, yoksulluk ekosistemini bir bütün olarak görmek ve tek seferlik çözümler yerine sürekliliği olan, çok boyutlu politika setleri uygulamaktır. Sosyal yardımlar, sağlıklı bir “sosyal güvenlik ağı” oluşturmalıdır; ancak bu ağ, bireyleri sürekli bağımlı kılan değil, onları üretken ve özgüvenli hâle getiren mekanizmalarla güçlendirilmelidir. Kayıt dışı ekonominin azaltılması, vergi tabanının genişletilmesi ve gelir dağılımının adil bir zemine oturtulması da yoksulluğun yapısal boyutuna çare üretebilecek adımlardır.
Sonuç olarak, “Türkiye’de Yoksulluk Ekosistemi” çok yönlü ve karmaşık bir yapı sergilemektedir. Ekonomik, sosyal ve kurumsal reformların başarılı şekilde entegre edilmesi, yoksulluğu azaltmada kritik rol oynayacaktır. Bugün atılacak kapsamlı adımlar, gelecek nesillerin daha adil, daha müreffeh ve daha eşitlikçi bir toplumda yaşamasına olanak sağlayacaktır.
1954 doğumlu olan Tufan Karaca, Kadıköy Maarif Koleji’nden mezun olduktan sonra eğitimini Virginia Polytechnic Institute and State University’de tamamlamıştır. 45yıllık profesyonel yaşamının 20 yılını dokuz farklı ülkede, uluslararası şirketlerde üst düzey yöneticilik yaparak geçirmiştir.
İş dünyasında edindiği deneyimleri eğitim alanına da taşıyarak, Yeditepe Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesi gibi önde gelen üniversitelerde dersler vermiştir. Halen yönetim danışmanı olarak kariyerini sürdüren Karaca, yönetim eğitimleri ve stratejik danışmanlık hizmetleri sunarak, modern iş yönetimi ilkelerini ve trendlerini kurumlara aktarmaktadır.
Yönetim alanındaki uzmanlığını kaleme aldığı “Girişimciler için Kolay ve Hızlı İş Planı Hazırlama”, “Career Management In a Disrupted World “, “Yeni Dünya Düzeninde Kariyer Yönetimi”, “Arts Entrepreneurship: How to Craft Your Creative Business Model”, “Sanatta Girişimcilik - YARATICI İŞ MODELİNİZİ NASIL GELİŞTİRİRSİNİZ? “gibi kitaplarıyla geniş bir kitleyle buluşturan Karaca, girişimcilik, stratejik esneklik ve VUCA gibi güncel yönetim konularında çalışmalarını sürdürmektedir.
Destekçilerimize Teşekkürler
Kozyatağı Mahallesi Sarı Kanarya Sokak
Byofis No: 14 K:7 Kadıköy 34742 İstanbul
Telefon: 0216 906 00 42 | E-Posta: info@ kobitek.com
KOBITEK.COM, bir
TEKNOART Bilişim Hizmetleri Limited Şirketi projesidir.
2001 yılından beri KOBİlere ücretsiz bilgi kaynağı olma hedefi ile, alanında uzman yazarlar tarafından sunulan özgün bir iceriğe sahiptir.
Tüm yazıların telif hakları KOBITEK.COM'a aittir. Alıntı yapılabilir, referans verilebilir, ancak yazarın kişisel bloğu dışında başka yerde yayınlanamaz!!!