Dünya ve İnsan: Güvenlik ve Küresel Tehditler

Bu yazıyı paylaş
X It! LinkedIn Facebook
Dünya ve İnsan: Güvenlik ve Küresel Tehditler konu resmi

Güvenlik sorunlarının temel sebepleri nelerdir? Güvenlik sorunları (savaşlar, terörizm, suç dalgaları, vb.) genellikle çok boyutlu nedenlerin birleşimi sonucu ortaya çıkar. Ancak temelinde çoğunlukla siyasi ve ekonomik faktörler bulunur. Yoksulluk ve eşitsizlik, pek çok güvenlik sorununun zeminini oluşturur.

Yoksulluğun yaygın olduğu toplumlarda, insanlar çaresizlik veya öfke ile suça yönelebilir ya da radikal gruplara katılabilir. Bir BM raporu, savaşların kök sebeplerinin siyasal-ekonomik eşitsizlikler olduğunu, grupların bu yüzden savaşmaya motive olduğunu belirtmiştir​.

Bir ülkede veya dünya genelinde zengin-fakir uçurumu büyüdüğünde, mahrum kalan kesimler meşru olmayan yollara sapabiliyor. Örneğin Latin Amerika’da yüksek gelir eşitsizliğinin olduğu ülkelerde çete suçlarının ve insan kaçırmaların daha sık görüldüğü saptanmıştır. Etnik, dini ve ideolojik anlaşmazlıklar da güvenlik sorunlarının temel sebeplerindendir. Farklı kimlik grupları arasında tarihsel husumet veya ayrımcılık varsa, bu bir kıvılcımla şiddete dönüşebilir.

Orta Doğu’daki birçok çatışmanın (Sünni-Şii çekişmesi, Arap-İsrail anlaşmazlığı gibi) arka planında derin kimlik ayrışmaları vardır.

Devletlerin başarısızlığı (failed states) da güvenlik vakumları doğurur: Merkezi otoritenin çökmesiyle silahlı gruplar veya suç örgütleri ortaya çıkar. Somali, Libya gibi örneklerde devlet otoritesi zayıflayınca korsanlık, terör gibi sorunlar patlak vermiştir.

Kaynak rekabeti de önemli bir faktör. Su, petrol, maden gibi stratejik kaynakların kontrolü için ülkeler arası veya gruplar arası mücadele güvenlik sorunlarına yol açıyor. Örneğin petrol zengini Ortadoğu toprakları üzerine bölgesel ve uluslararası güç mücadeleleri pek çok savaşı körüklemiştir.

Afrika’da su kaynakları veya değerli maden bölgeleri, yerel çatışmaları tetikleyebiliyor. Jeopolitik rekabet (büyük güçlerin nüfuz mücadelesi) de ülkeleri vekâlet savaşlarına sürükleyebiliyor ve bu da küresel güvenliği tehdit ediyor.

Adaletsizlik ve baskıcı yönetimler, güvenlik sorunlarına zemin hazırlar. Halkının meşru taleplerini baskı ile susturan rejimlerde muhalefet yeraltına itilir ve radikalleşebilir. Örneğin Suriye’de yıllarca süren baskılar sonucunda patlayan isyan, iç savaşa ve küresel bir güvenlik krizine dönüştü. Aynı şekilde uzun süre demokratik yollarla ifade bulamayan gruplar terör yöntemine yönelebiliyor.

Hukukun üstünlüğünün olmaması ve yaygın yolsuzluk da suç örgütlerinin palazlanmasına yol açar. Örneğin Latin Amerika’da polis ve adalet sistemindeki zaaflar, uyuşturucu kartellerinin güçlenmesine imkân tanımıştır. Devlet içinde suçla mücadele kapasitesi düşük olunca, suç ağları kendine alan bulur. Bu faktörlerin bir araya gelmesi, güvenlik sorunlarını kronik hale getirir. Örneğin Afganistan’da yıllardır süren güvensizliğin temelinde hem dış müdahaleler, hem aşırı yoksulluk ve işsizlik, hem etnik çekişmeler, hem de zayıf devlet yapısı birlikte etkilidir.

Özetle, güvenlik sorunlarının temelinde çoğunlukla içeride ekonomik-sosyal adaletsizlikler ve zayıf yönetim, dışarıda ise güç ve çıkar çatışmaları yatmaktadır.

Bu kök nedenler ele alınmadıkça, belirtilerini (terör, suç, savaş) tamamen ortadan kaldırmak zorlaşır. Suç ve terör örgütleri neden yok edilemiyor? Tarih boyunca devletler suç şebekeleri ve terörist yapılarla mücadele etmiş, birçoğunu bastırmayı başarmıştır.

Ancak tamamen “yok etmek” neredeyse imkânsızdır, çünkü suç ve terör sürekli değişen ve uyum sağlayan olgulardır. Bir terör örgütü yenilgiye uğratılsa bile, eğer onun ortaya çıkmasına yol açan koşullar devam ediyorsa benzeri başka bir örgüt başka bir isimle zuhur edebilir. Örneğin El Kaide zayıfladığında yerine IŞİD türemiş, IŞİD geriletildiğinde başka fraksiyonlar ortaya çıkmıştır. Eski ABD Başkanı Obama da “Terörizmi tamamen ortadan kaldıramayacağız” diyerek bunun sürekli bir tehdit olarak düşük seviyede var olacağını kabul etmiştir​.

Bunun nedenleri birkaç noktada toplanabilir

Birincisi, ideolojik ve sosyal taban meselesi. Terör örgütleri genellikle belirli bir ideolojinin veya davasının taşıyıcısıdır. Bu ideolojiye inanan insanların hepsini “yok etmek” mümkün değildir; fikirleri yok etmek ancak onların çekiciliğini azaltmakla olabilir. Askerî yöntemlerle bir terör grubunun elemanları öldürülebilir ama fikirleri öldürülemez. Örneğin cihatçı terör, Orta Doğu’daki istikrarsızlık ve radikal ideoloji var oldukça farklı örgütler şeklinde varlığını sürdürüyor. Çin’in BM Büyükelçisi, sadece askeri yöntemlerle terörizmin yok edilemeyeceğini, kapsamlı bir yaklaşım gerektiğini vurgulayarak “terörizm salt askerî yollarla tamamen ortadan kaldırılamaz” demiştir​.

Yani eğitim, ekonomik kalkınma, ideolojik çürüteçlik gibi boyutlar da ele alınmadan terörün kökü kazınamaz.

İkincisi, örgütlerin adaptasyonu ve gizliliği. Terör ve suç örgütleri, baskı arttığında yer altına inip taktik değiştirirler. Hücre yapılanmaları, esnek yapıları sayesinde tamamen yok olmaları zorlaşır. Örneğin uluslararası güvenlik operasyonları El Kaide’nin ana kadrelerini çökertti ama örgüt parçalanarak farklı coğrafyalara yayıldı, yerel kollar kurdu. Suç kartelleri liderleri yakalansa bile yerine yenileri geçiyor. Devletler açık ve belirli bir düşman ordusunu yenilgiye uğratabilir ama soyut bir “suç” veya “terör” olgusunu ilanihaye yok etmek güçtür.

Çünkü bunlar birer fenomen olarak koşullar uygun olduğunda yeniden filizlenir.

Üçüncüsü, küresel bağlantılar ve finansman meselesi. Terör ve suç örgütleri çoğu zaman sınır ötesi bağlantılara sahiptir. Bir ülkede baskı görünce başka ülkeye sığınabilirler. Uluslararası mali sistemde kara para aklayabilir, kolayca silah temin edebilirler. Örneğin uyuşturucu kartelleri bir ülkede baskılandığında üretimi başka ülkeye kaydırıyor, rotaları değiştiriyor ama faaliyet devam ediyor.

Terör örgütleri internet ve kripto finans yoluyla küresel destek bulabiliyor. Küreselleşme, yasa dışı aktörlerin de hareket alanını genişletmiştir.

Dördüncüsü, derin toplumsal sorunlar çözümsüz kalıyor. Terörizmi ve örgütlü suçu besleyen yoksulluk, ayrımcılık, radikalleşme gibi sorunlar tamamen bitmediği için bu yapılar kendilerine her zaman yeni eleman devşirebiliyor.

Bir ülkede genç nüfus işsiz ve umutsuzsa, suç çeteleri onları kolayca çekebilir. Veya siyasi olarak dışlanmış bir topluluk varsa, radikal militan gruplar o öfkeyi kullanabilir. Bu nedenle, terörle mücadelenin sadece polisiye değil, siyasi ve sosyo-ekonomik yönleri de vardır. Yoksul bir mahallede mafya babasını hapse atabilirsiniz ama oradaki çocukların başka bir suça yönelmesini engellemek için o mahallenin koşullarını düzeltmek gerekir.

Beşincisi, insan doğası ve sosyoloji de bir faktör. Suç, tamamen bitirilemeyecek bir olgudur çünkü her toplumda yasa dışı eylemlere meyilli bireyler veya fırsatlar olacaktır. Sıfır suç oranı ütopik bir hedeftir; önemli olan suç oranını düşük tutmak ve kontrol altına almaktır. Terörizm de bir bakıma siyasi suç olduğundan, tamamen yok edilemez. Obama’nın dediği gibi amaç, terörü yönetilebilir bir tehdit seviyesine indirmek, 11 Eylül gibi büyük saldırılara yol açmayacak kadar zayıflatmaktır​.

Kısacası, suç ve terör örgütlerinin yok edilememesinin nedeni, onların devamlı surette yeniden üreyebilen sosyal birer hastalık olmalarıdır. Nasıl ki hastalıklara yol açan mikropları dünyadan tamamen yok etmek imkânsızsa (bir tek çiçek hastalığı virüsü yok edildi şimdiye dek), terör ve suçu da tamamen bitirmek imkânsıza yakındır.

Burada kritik olan, bunları azaltmak, kontrol altına almak ve kaynaklarını kurutmaktır. Örneğin İrlanda sorunu büyük oranda çözülünce IRA terörü bitti; Sri Lanka’da iç savaş bitince oradaki terör ortadan kalktı. Ancak dünya genelinde yeni ideolojik veya ekonomik gerilimler ortaya çıktıkça terörizmin başka biçimleri kendini gösterebiliyor. Gizli ve esnek yapıları, devletlerin onları tamamen köşeye sıkıştırmasını zorlaştırıyor. Bu yüzden uzmanlar sıkça “terörizmle mücadele uzun soluklu bir çabadır, tamamen bitmeyecek ama minimize edilebilir” şeklinde görüş belirtirler​.

Gizli güçler ve küresel etkileri üzerine teoriler: Dünya siyasetinde perde arkasında “gizli güçlerin” olduğuna dair pek çok komplo teorisi mevcuttur. Bu teorilere göre hükümetlerin ve büyük olayların arkasında görünmeyen elit gruplar, tarikatlar veya örgütler bulunur ve bunlar dünya düzenini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirir. Örneğin popüler komplo teorilerinden biri “İlluminati” adı verilen gizli bir örgütün dünya çapında hükümetleri ve ekonomiyi kontrol ettiği iddiasıdır.

Benzer şekilde “Derin Devlet”, “Küresel Elit”, “Bilderberg grubu” gibi kavramlar da bu teorilerde sıkça geçer. Yakın dönemde QAnon gibi hareketler, ABD dahil birçok ülkede gizli bir şeytani elitin dünyayı yönettiği şeklinde uç iddialar ortaya attı. Bu tür gizli güç teorilerinin hiçbir somut kanıta dayanmadığını bilim insanları vurgulamaktadır.

Daha çok, karmaşık dünya olaylarına basit açıklamalar getirme çabasının ürünüdürler. İnsanlar bazen savaşlar, krizler, belirsizlikler karşısında görünmez bir fail arayışına girer. Örneğin COVID-19 pandemisi sırasında bile “küresel bir gizli güç laboratuvarda virüsü üretti” tarzı komplo fikirleri yayıldı. Buna rağmen, toplumların hatırı sayılır bir kesimi bu teorilere inanabilmektedir.

Yapılan anketlere göre Amerikalıların yaklaşık %15-20’si gerçekten İlluminati benzeri gizli örgütlerin dünyayı yönettiğini düşünüyor​. Bu oran bazı ülkelerde daha da yüksek olabiliyor. Örneğin bir ankette Amerikalıların %23’ü “İlluminati’nin ve Yeni Dünya Düzeni’nin var olduğuna” inanmıştır​.

Milyonlarca insanın bu tür inançlara sahip olması, siyasi davranışları da etkileyebiliyor. Bu teorilerin küresel etkilerine gelince:

Birincisi, güvensizlik ve paranoya yayarak toplumsal kutuplaşmayı artırıyorlar. İnsanlar hükümetlerine, uluslararası kurumlara güvenmemeye başlıyor, her olayın ardında bir komplocu arıyor. Bu da demokratik kurumların meşruiyetini zedeliyor. Örneğin aşı karşıtı hareketlerin bir kısmı “gizli güçler insanlara aşıyla çip takacak” gibi komplo teorilerine dayanıyordu ve bu, halk sağlığını olumsuz etkiledi.

İkincisi, bazı radikal gruplar bu teorileri eylemlerine motivasyon yapabiliyor. 2019’da ABD’de Comet Pizza adlı dükkana silahlı bir şahıs baskın yaptığında “burada elitlerin çocuk istismar ağı var sanıyordum” demişti – tamamen asılsız bir QAnon komplo teorisine inanarak şiddete başvurmuştu. Benzer şekilde neo-Nazi türü aşırı sağ gruplar, “Yahudi elitlerin dünyayı yönettiği” gibi komplo teorilerini propaganda ederek nefret suçlarına zemin hazırlamaktadır. Öte yandan gerçek dünyada elbette gizli operasyonlar, istihbarat faaliyetleri yok değildir. Örneğin istihbarat servisleri hükümetleri gizli yönlendirebilir, darbeler tezgâhlayabilir (Soğuk Savaş döneminde CIA ve KGB birçok ülkede gizli faaliyet yürütmüştür).

Ancak bunlar somut çıkar ilişkilerine dayanır ve komplo teorilerindeki kadar her şeyi kontrol eden, her yerde eli olan “tümgüçlü” örgütler değillerdir. Yani dünyada gizli kapaklı işer olabiliyor, ancak komplo teorisyenlerinin iddia ettiği ölçekte tek bir merkezden yönetilen bir dünya hükümeti yoktur. Bunun kanıtı da dünya siyasetinin kaotik ve öngörülemez doğasıdır.

Eğer öyle bir güç olsaydı, hiç çıkar çatışması olmadan tek elden düzen kurabilirdi, oysa görüyoruz ki ülkeler arasında bitmeyen anlaşmazlıklar mevcut.

Gizli güç teorilerinin bir diğer etkisi, siyasette aşırılıkları meşrulaştırmasıdır. Örneğin bir politikacı “ülkeyi gizli bir üst akıl yönetiyor” diye propaganda yaptığında, kendi otoriter uygulamalarını bu sözde gizli düşmana karşı savaş olarak sunabilir ve halk desteği alabilir. Tarihte Nazi Almanyası’nda Yahudilerin gizli dünya kontrolü yaptığı propagandası, Nazi partisinin iktidarını pekiştirmesine hizmet etmiştir. Sonuç olarak, “gizli güçler” üzerine komplo teorileri bilimsel temelden yoksun olsa da sosyal bir gerçeklik olarak ciddiye alınmalıdır; çünkü milyonlar inanıyor ve davranışlarını etkiliyor.

Bu teoriler, toplumda kurumlara güvensizlik yaratıp kitleleri gerçek sorunlardan uzaklaştırabilir. Örneğin iklim değişikliğini bir “dünya hükümetinin uydurması” sanan bir kişi, gerçek iklim tehdidine karşı önlem alınmasına karşı çıkabilir. Dolayısıyla bu teoriler, küresel çapta ciddi meselelerde ortak hareket etmeyi de zorlaştırır.

Öte yandan, dünyanın çeşitli seçkin gruplar tarafından etkilendiği gerçeğini de tamamen yadsımamak lazım: Küresel ölçekte çok zengin şirketler ve insanlar lobiler ve kurumlar üzerinden etki sahibidir (örneğin Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu’nda buluşan elitler küresel gündemi şekillendirmeye çalışır). Ancak bu tür lobicilik ve çıkar grubu faaliyetleri, bir “gizli örgüt”ten ziyade aleni çıkar ortaklıklarıdır ve demokratik şeffaflıkla denetlenmeleri gerekir.

Komplo teorileri ise bu olguyu abartıp şeytanîleştirerek rasyonel tartışmayı zorlaştırır. Sonuç itibarıyla, “gizli güçler dünyayı yönetiyor” düşüncesi popüler bir efsane olsa da ciddiye alınacak kanıtlar yoktur. Ancak bu teorilerin kendisi, küresel siyaset üzerinde etki sahibi hale gelmiştir. Kamuoyunu şekillendirmekte, seçim sonuçlarını bile etkileyebilmektedir. Örneğin ABD’de 2016 seçimlerinde bazı seçmenlerin komplo temelli haberlere inanarak oy tercihlerini etkilediği tartışılmıştır.

Bu nedenle, gizli güç teorilerinin sosyolojik etkisi gerçektir: Güvensizlik, korku ve basit açıklama arayışı ile komplolar siyaseti gölgeliyor. Bunu aşmanın yolu ise şeffaflık, eğitim ve eleştirel düşüncenin yaygınlaştırılmasıdır.


Kaynakça:

National Library of Medicine, Dawn.com, China Daily, BusinessInsider.com, The Ohio State University,

Reklam
Kobitek'e ücretsiz üye olun
Etiketler:

Destekçilerimize Teşekkürler


Kozyatağı Mahallesi Sarı Kanarya Sokak Byofis No: 14 K:7 Kadıköy 34742 İstanbul
Telefon: 0216 906 00 42 | E-Posta: info@ kobitek.com

KOBITEK.COM, bir TEKNOART Bilişim Hizmetleri Limited Şirketi projesidir.

2001 yılından beri KOBİlere ücretsiz bilgi kaynağı olma hedefi ile, alanında uzman yazarlar tarafından sunulan özgün bir iceriğe sahiptir.

Tüm yazıların telif hakları KOBITEK.COM'a aittir. Alıntı yapılabilir, referans verilebilir, ancak yazarın kişisel bloğu dışında başka yerde yayınlanamaz!!!