Kobitek.com web sitesi, analitik ve kişiselleştirme dahil olmak üzere site işlevselliğini sağlamak ve reklam gösterimini optimize etmek için çerezler gibi verileri depolar.
Jack Welch’in “Mecbur kalmadan önce değiş” sözü, liderlik ve yaşam yolculuğunda önemli bir uyarıdır. İnsan olarak çoğumuz, bildiğimiz yöntemlere sıkı sıkıya tutunma eğilimindeyiz. Çünkü alışkanlıklar konfor alanıdır ve konfor alanı her zaman “güvenli” hissettirir. Oysa dünya hızla dönüşüyor, iş yapış biçimleri farklılaşıyor, insanlar değişiyor. Eğer bir noktada takılı kalırsak veya “nasıl olsa işler şu anda yolunda” diye düşünürsek, beklenmedik anlarda savunmasız yakalanabiliriz. İşte bu yüzden “mecbur kalmadan önce” değişebilmek, hem bireyler hem de kurumlar için bir çeşit hayatta kalma rehberine dönüşür. Mecbur kalmayı beklemeden harekete geçmek, sizin ve ekibinizin geleceğini şekillendirme gücüdür.
Günümüzde pek çok köklü markanın 100 yılı aşan macerası bize şunu öğretiyor: Var olmaya devam edenler, sadece bir dönem parlayıp sonrasında ortadan kaybolmayanlar, işte devam edenler “değişim” akımını zamanında yakalamayı başaranlardır. Onların kurulduğu yıllardaki logolarına, sloganlarına, ürün portföylerine bakın; şimdikinden ne kadar farklı olduğunu görürsünüz. Çünkü sürekli evrilmişler, rakiplerinin gerisinde kalmamak için yeni fikirler üretmişlerdir. Değişmeyi reddedenlerin başına ne geldiğini ise hepimiz biliyoruz: Zamanla yok olup gittiler. Bu nedenle, güçlü bir liderin veya kurumun en temel özelliği, değişim ile yaşamayı bir alışkankık hâline getirebilmesidir.
Grace Hopper’ın “Dildeki en tehlikeli ifade, ‘Biz hep böyle yaptık.’ sözüdür.” uyarısı tam da bu noktada önem kazanır. Kurum içinde ya da herhangi bir ekipte, “Eskiden de böyledi, şimdi de böyle olmalı” yaklaşımı yaratıcılığı baltalar. Eski yöntemlerin işe yaradığı zaman dilimi geride kalmıştır; hatta belki o dönem için mükemmel bir çözümdü, ama dünya yerinde saymıyor. Liderin, bu eski yöntemleri sorgulaması ve ekibini de sorgulamaya teşvik etmesi gerekir. “Peki daha iyi nasıl yapabiliriz?” sorusu, yenilikçi fikirlerin doğuşuna zemin hazırlar. Eğer buna kapalı kalırsanız, bir noktada rakiplerin çok gerisinde kalarak piyasadan silinme riskiyle karşılaşırsınız.
Elbette her kurumda “eskiyi” özleyen, “önceki yöntemler daha iyiydi” diyen kişiler olur. Burada önemli olan, liderin bu zihniyeti fark etmesi ve “geçmişe takılı kalan” ile “geleceğe odaklanan” arasındaki farkı net şekilde anlatabilmesidir. Çünkü yerinde sayan, geçmişe sıkı sıkıya bağlı kalan kişiler ilerleme sağlayamaz. Tıpkı aynı toprağa tekrar tekrar aynı tohumu ekip farklı bir hasat bekleyen bir çiftçi gibi… Oysa verimli bir tarla yaratmak isteyenler, toprağı işler, yeni yöntemler dener, uygun iklim koşullarına göre farklı tohumlar eker.
Geçmişe takılıp kalanlar, hep aynı yöntemleri kullanarak başarılı olmayı uman ama zamanın değiştiğini fark edemeyenlerdir. Geleceğe odaklananlar ise yeniliğe açık olan, önünü görebilen ve değişimin gerekliliğini kabul edenlerdir. Asıl bereketi getirenler işte bu insanlardır. Çünkü onlar için her değişim, daha verimli, daha güçlü ve daha sürdürülebilir bir başarıya ulaşmanın anahtarıdır.
John Maxwell’in “Değişim kaçınılmazdır, büyüme ise tercihtir.” sözü (orijinali “Change is inevitable. Growth is optional.”) bu gerçeği çarpıcı biçimde özetler. Değişim, doğanın ve hayatın bir gerçeğidir; mevsimler değişir, teknolojiler değişir, insanın ihtiyaçları değişir. Öte yandan büyümek – ister bireysel gelişiminiz olsun ister ekibinizin profesyonel gelişimi olsun – bir seçime dayanır. Siz ya bu değişime ayak uydurup “büyüme” kısmını aktif olarak kullanırsınız ya da değişimin getirdiği sonuçların size zorla dayatılmasını beklersiniz. İkincisi genellikle daha zorlayıcı ve kayıp yaratan bir deneyimdir.
Şimdi bir an gözlerinizi kapatın ve üç yıl sonrasını hayal edin. Ekibiniz nasıl bir yapıda olacak, hangi yeniliklerle uğraşacak, rakipleriniz kimler olacak? Belki bugün tanımadığınız yeni rakipler o dönemde sahneye çıkacak ve çok farklı teknolojiler, ürünler veya iş modelleri geliştirecekler. Üç yıl sonrasının rekabet ortamını, bugünden tam olarak kestirmek güç olsa bile, lider olarak bu muhtemel senaryoları düşünmek zorundasınız. Çünkü “mecbur kalmadan önce değiş” yaklaşımı, gelecekteki sürprizlere hazırlıklı olmanızı sağlar.
Bu hazırlığı nasıl yapabilirsiniz? Öncelikle, ekibinizde ve kurumunuzda “değişim” kavramına dair ortak bir bilinç oluşturmalısınız. Herkes, değişimin bir hedef değil, bir süreç olduğunu anlamalı. Bu süreçte yapılan küçük iyileştirmeler, deneyler, öğrenmeler zamanla katlanarak büyür. Ekip arkadaşlarınızın da bakış açısını “geleceğe odaklananlar ” tarafına çekmek için sürekli iletişimde olun, neleri neden değiştirmek istediğinizi, bu değişimin hangi hedeflere hizmet edeceğini anlatın. Özellikle kurumsal ortamlarda, “yeni bir fikri” hayata geçirmenin önünde çoğu zaman bürokratik engeller vardır. Ama lider olarak, bürokrasinin yarattığı gereksiz engelleri ortadan kaldırmak da sizin görevinizdir.
“Lider olarak kumanda elinizde. İzlediğiniz kanalı beğenmiyorsanız, onu sizden başka kimse değiştiremez.” Bu söz, inisiyatif almanın önemini vurguluyor. Eğer ekibinizin veya işinizin yöneldiği rotayı beğenmiyorsanız, suçu başkalarına atmak yerine dümeni bizzat kendiniz çevirmelisiniz. İnsanlar bazen liderden “işte bu” deme cesaretini ve öngörüsünü bekler. Eğer lider kendisi harekete geçmezse, alt ekip üyeleri çoğu zaman çekinir, risk almak istemez veya belirsizlikte kaybolur. Dolayısıyla, “kumanda” metaforu, özellikle hızlı karar almayı ve bu kararı uygulamaya geçirmeyi sembolize eder. Evet, bu kararı alırken hatalar yapabilirsiniz, ancak o hatalar da değerli birer öğrenme deneyimi olacaktır.
Tabii, her büyük değişim projesinde “hayır” diyenler, olumsuz yorum yapanlar veya karşı çıkıp eleştirenler çıkacaktır. Eleanor Roosevelt’in “Doğru olduğuna inandığın şeyi yap; nasıl olsa eleştirileceksin.” sözü, tam da bu durum içi. Liderlik, bazen yalnız kalmayı ve cesaretle devam etmeyi gerektirir. Özellikle köklü değişikliklerde, ekibin bir kısmı ve dış paydaşlar endişe duyabilirler. “Ya bu sistem işe yaramazsa?”, “Ya müşterilerimiz buna tepki verirse?” soruları ortaya atılabilir. Fakat yeniliği göze almadan ilerleme kaydetmek mümkün değildir. İnsanların ya da piyasaların tepkisinden korkmak, sizi uzun vadede daha büyük başarısızlıklara sürükleyebilir. Çünkü esas risk, yerinizde saymaktır.
Bu süreçte unutulmaması gereken bir diğer nokta ise “Yeni seviyeler, yeni zorluklar demektir.” Yani, siz ekibinizle birlikte bir basamak yükseldikçe, karşılaşacağınız problemler de daha karmaşık hâle gelecektir. Bu gayet normaldir, çünkü yeni koşullarda yeni bilgi ve beceriler gerekir. Başlangıçta sizi zorlayan bu durum, aslında büyümeniz için harika bir fırsattır. Problemlerinizi çözdükçe, hem kendiniz daha da güçlenir hem de ekibinizin özgüveni artar. Zaten profesyonel bir liderin veya girişimcinin en önemli özelliklerinden biri, “sorun çözücülük” becerisidir. Her yeni zorluk, size bu beceriyi daha da geliştirme olanağı sunar.
Değişimin temel motivasyon kaynağı, “neden” sorusuna vereceğimiz cevaptadır. Jim Rohn’un “Hayat şansla değil, değişimle daha iyiye gider.” deyişi çok şey anlatır. Eğer biz “neden” sorusuna “daha iyi olmak, daha başarılı olmak, daha verimli olmak” şeklinde sahici cevaplar veriyorsak, ekip olarak da bu değişime sarılmak daha kolay hâle gelir. Yoksa sırf değişiklik yapmış olmak için değişim yapmak, çoğu zaman motivasyonu düşürür ve karışıklığa yol açar. Dolayısıyla, her zaman hedefinizi ve bu hedefe neden ulaşmanız gerektiğini net bir şekilde belirleyin. “Neden” ne kadar güçlü ve inandırıcı olursa, ekibin desteği de o kadar sağlam olur.
Peki bu değişim yolculuğunda pratik olarak neler yapılabilir? İlk adım olarak, ekiple düzenli iletişim kurmak çok değerli. Mesela, haftalık veya aylık toplantılarınızda, “Neleri değiştirmemiz gerekiyor?”, “Hangi trendleri, hangi teknolojileri gözden kaçırıyoruz?” gibi soruları gündeme getirebilirsiniz. Herkesi katkı sunmaya teşvik edin; kapalı kapılar ardında kararlar almak yerine, şeffaf ve katılımcı bir model benimseyin. Böylece ekip üyeleri de karar alma mekanizmasına dahil olduğu için, uygulamada daha istekli davranacaklardır.
İkinci olarak, küçük prototipler veya pilot projeler deneyebilirsiniz. Bazen büyük bir projeye tek seferde girişmek yerine, parçalara bölerek test etmek hem riskleri azaltır hem de öğrenme hızını artırır. Bir şey işe yaramazsa, küçük çapta başarısız olur ve hızla revize edersiniz. Bu da ekibe “yanlış yapma” korkusunu aşma fırsatı verir. Değişim sırasında yapılan hataları, öğrenme sürecinin bir parçası olarak görmek gerekir. “Hata yapmayan insan, hiçbir şey yapmayan insandır” anlayışı burada devreye girer.
Üçüncü olarak, dış dünyayla bağlarınızı güçlendirmek kritik önem taşır. Yalnızca şirket içi ekosistemle sınırlı kalmayın; sektörünüzde ve hatta sektörünüzün dışında neler olup bittiğine göz atın. Yeni nesil teknolojiler, iş modelleri, müşteri eğilimleri, toplumsal değişimler… Tüm bunlar sizin yol haritanızı etkileyecek faktörlerdir. Ne kadar geniş bir perspektifle gözlem yaparsanız, o kadar hızlı ve sağlıklı karar alabilirsiniz.
Son olarak, lider olarak kendinizi de sürekli güncellemelisiniz. Liderlik eğilimleri, yönetim yaklaşımları, yeni dijital araçlar ve iş süreçleriyle ilgili bilgi sahibi olmak; hatta yalnızca işle ilgili değil, sosyoloji, psikoloji, teknoloji, sanat gibi farklı alanlardan beslenmek, yaratıcılığınızı ve vizyonunuzu genişletir. Durağan kaldığınız anda, ekibe sunabileceğiniz yeni bir şey kalmayabilir. Bu nedenle, liderin de değişime açık olması ve öğrenmeyi asla bırakmaması gerekir.
Özetle, değişim herkesin konuştuğu ama gerçek anlamda çok az kişinin harekete geçtiği bir kavramdır. Jack Welch’in “Mecbur kalmadan önce değiş” mesajını gerçekten uygulamaya geçirenler, geleceğin trendlerine erkenden adapte olur ve rekabet avantajı kazanır. Grace Hopper’ın “Dildeki en tehlikeli ifade, ‘Biz hep böyle yaptık.’ sözüdür.” cümlesindeki tuzağa düşmemek için her daim yeniliğe, alternatif fikirlere ve farklı bakış açılarına açık olun. Unutmayın, “Değişim kaçınılmazdır, büyüme ise tercihtir.” diyerek bizi uyaran John Maxwell aslında hayatın özünü özetliyor. Eğer seçimimizi “büyüme” yönünde yaparsak, yol boyunca elbette zorluklarla karşılaşacağız ama o zorluklar bizi daha güçlü, daha bilgili ve daha donanımlı kılacak.
Lider olarak kumanda sizin elinizde. Ekrandaki görüntüyü beğenmiyorsanız kanalı değiştirmekten korkmayın; çünkü “Doğru olduğuna inandığın şeyi yap; nasıl olsa eleştirileceksin.” diyen Eleanor Roosevelt’in sözlerinde olduğu gibi, kimseyi tam anlamıyla memnun edemezsiniz. Önemli olan, sizin ve ekibinizin ortak vizyonunun peşinden gitmek. “Yeni seviyeler, yeni zorluklar demektir.” ama zorlukların her biri, hem kişisel hem kurumsal gelişiminiz için eşsiz birer basamaktır. Son olarak Jim Rohn’un şu sözü her adımda aklınızda olsun: “Hayat şansla değil, değişimle daha iyiye gider.” Yani hayatı daha iyi hâle getirecek sihirli bir dokunuş beklemeyin. Değişimin gerekliliğini hissedip aksiyon alın, ekibinizi de bu aksiyona ortak edin ve sonunda yepyeni bir seviyeye ulaşmanın gururunu yaşayın. Çünkü asıl büyüme, engebeli yollarda, en zor virajları dönerken meydana gelir. Ve bir gün geriye dönüp baktığınızda, “İyi ki zamanında değişimi benimsemişim” demenin keyfi her şeye değecektir.
Tufan KARACA ile
A'dan Z'ye İş Planı
BÜYÜTEÇ
Destekçilerimize Teşekkürler
Kozyatağı Mahallesi Sarı Kanarya Sokak
Byofis No: 14 K:7 Kadıköy 34742 İstanbul
Telefon: 0216 906 00 42 | E-Posta: info@ kobitek.com
KOBITEK.COM, bir
TEKNOART Bilişim Hizmetleri Limited Şirketi projesidir.
2001 yılından beri KOBİlere ücretsiz bilgi kaynağı olma hedefi ile, alanında uzman yazarlar tarafından sunulan özgün bir iceriğe sahiptir.
Tüm yazıların telif hakları KOBITEK.COM'a aittir. Alıntı yapılabilir, referans verilebilir, ancak yazarın kişisel bloğu dışında başka yerde yayınlanamaz