Bize Rahat Batıyor Olabilir: Toplumda Kaygı Eksikliği

Bu yazıyı paylaş
X It! LinkedIn Facebook

Bize Rahat Batıyor Olabilir: Toplumda Kaygı Eksikliği

Refah arttıkça bireyler daha mı az çalışmak istiyor? Uzun vadeli risklere duyarlılık kayboluyor mu? Dünyadaki refah artışını, kaygının toplumsal sorumluluk üzerindeki etkisini ve geleceğe yönelik stratejileri araştıran bu makale, günümüz toplumlarının karşı karşıya olduğu büyük sorulara ışık tutuyor.

Dünyada refah seviyesi özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde hızla arttı.

20. yüzyılın ikinci yarısında gelişen sanayi, teknolojik yenilikler ve küresel ticaretin büyümesi, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde ekonomik kalkınmayı destekledi. Örneğin, 1945'ten itibaren Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa, "Altın Çağ" olarak adlandırılan bir büyüme dönemine girdi.

2020'lere gelindiğinde ise dünya toplam serveti hızla büyümeye devam etti. Küresel servet, 2000 yılından 2020'ye kadar üç katına çıkarak yaklaşık 160 trilyon dolardan 500 trilyon dolara ulaştı (Credit Suisse, 2021).

Özellikle gelişmiş ülkelerdeki yaşam standartları, bu dönemde çok daha yüksek seviyelere ulaştı.

Bu refah artışı, bireylerin yaşamını birçok yönden olumlu etkilerken, yeni tartışmaları da beraberinde getirdi.

Gelişen teknoloji, artan eğitim seviyesi ve ekonomik rahatlama, insanların daha eleştirel düşünme eğilimini artırdı. Ancak bu süreç, bireylerin çalışma motivasyonunu ve uzun vadeli planlama yetilerini nasıl etkilediği üzerine de bazı sorular gündeme getirdi.

Bu noktada, toplumda kaygının belirli bir düzeyde tutulmasının bireylerin sorumluluk alma yetilerini artırabileceği savunuluyor.

Refah ve Çalışma Motivasyonu

Tarihsel olarak, ekonomik refah arttıkça bireylerin çalışma motivasyonunun azaldığına dair bazı görüşler mevcut.

Özellikle temel ihtiyaçlar karşılandığında, bireylerin daha fazla boş zaman arzusunun arttığı ve çalışma sürelerinin azaldığı savunuluyor.

Bunun örneğini Avrupa’daki birçok ülkede çalışma saatlerinin düşmesiyle görmek mümkün. Ayrıca, bazı araştırmalar bireylerin rahatladıkça daha fazla tüketici odaklı hale geldiğini ve uzun vadeli düşünme kapasitesinin azaldığını ileri sürüyor (Scitovsky, 1976).

Ekonomik refahın artmasıyla bireylerin, özellikle genç nesillerin, iş yaşamında daha seçici ve taleplerini artırıcı hale geldikleri gözlenmiştir. Bu, "iş tatmini" ve "yaşam kalitesi" kavramlarına daha fazla önem vermelerine yol açmaktadır. Ancak, bu durum aynı zamanda iş gücüne katılımda düşüşe de neden olabilmektedir (Bregman, 2020).

Eleştirel Düşünce ve Rahatlık İlişkisi

Daha yüksek refah seviyesine sahip bireylerin daha eleştirel hale geldiği fikri de sıkça tartışılıyor.

Rahatlama, bireylerin politik ve sosyal yapıları sorgulamalarına daha fazla zaman ve fırsat tanıyabilir. Bu durum, özellikle refah devletlerinde gözlemlenen bir olgudur; refahın artmasıyla birlikte toplumlarda eleştirel düşüncenin daha yaygın hale geldiği görülmüştür (Inglehart, 1997).

Ancak eleştirel düşüncenin artması, bazen bireylerin büyük toplumsal projelere ya da risklere (örneğin askeri müdahaleler ya da harcamalar) daha az destek vermesiyle sonuçlanabilir.

Manipülasyon ve Medya Tüketimi

Bireyler daha rahat bir yaşam tarzı sürdüklerinde, medya ve sosyal medya gibi kanallar aracılığıyla manipülasyona açık hale gelebiliyor.

Psikologlar, özellikle rahata alışmış bireylerin, karmaşık sosyal ve politik sorunlara daha basit yanıtlar aradığını ve bu durumun onları manipülasyona daha açık hale getirdiğini savunuyor. Daniel Kahneman’ın "hızlı ve yavaş düşünme" teorisine göre, bireylerin zihinsel olarak daha rahat bir durumda olduğu zamanlarda "hızlı düşünme" süreçlerini tercih ettikleri ve daha yüzeysel bilgiyle karar verdikleri gözlemlenmiştir (Kahneman, 2011).

Vergi ve Kamu Katılımı

Vergi ödemek istememe eğilimi, genel refah düzeyi yükseldikçe daha belirgin hale gelebilir.

Zenginleşen bireyler, genellikle kamusal hizmetlere daha az ihtiyaç duyduklarını düşünerek vergiye karşı daha olumsuz bir tutum geliştirebilirler. Bu durum, ekonomik eşitsizlik ve sosyal sorumluluk bilinci arasındaki çatışmalarla da ilişkilidir (Pickett & Wilkinson, 2010).

Aynı zamanda, vergi verme isteksizliği daha az uzun vadeli planlama, kolektif risk alma gibi olgulara da yansıyabilir.

Risk Algısında Değişim

Bazı siyaset bilimciler ve sosyologlar, toplumda belli bir düzeyde kaygının, bireylerin kolektif hedefler ve uzun vadeli projeler konusunda daha sorumlu davranmalarını sağladığını öne sürüyor. Bu yaklaşım, "güvenli toplum" paradoksu ile ilişkilidir.

Güvenli ve rahat toplumlarda, bireyler genellikle riskleri daha az algılama eğiliminde olabilirler ve bu da onları uzun vadeli projeler konusunda daha isteksiz hale getirebilir (Zuboff, 2019).

Toplumun Kaygı Taşıması ve Uzun Vadeli Düşünme

Toplumların rahatladıkça uzun vadeli projeleri, riskleri ve özellikle askeri tehditleri görmezden gelme eğiliminde olduklarına dair iddialar, hem psikoloji hem de siyaset bilimi literatüründe desteklenmiştir. Örneğin, Richard Easterlin'in "refah paradoksu" çalışmasında, gelir artışıyla mutluluğun artmasına rağmen, uzun vadeli planlamanın azalabileceği gösterilmiştir (Easterlin, 1974).

Refah seviyesinin yükselmesiyle birlikte bireyler daha fazla tüketici odaklı hale gelirken, toplumsal sorumluluklar ve risk alma kapasitesi azalabiliyor.

Bu bağlamda, toplumda belli bir dozda kaygı, insanların hem bireysel hem de kolektif düzeyde daha sorumlu kararlar almasına katkıda bulunabilir.

Kaygının kontrollü şekilde yönetilmesi, politik liderler ve medya tarafından yapılabilir. Örneğin, ekonomik belirsizlikler, sağlık krizleri ya da askeri tehditler gibi faktörler toplumda bir kaygı ortamı yaratarak, bireylerin çalışma isteğini ve uzun vadeli projelere katılımını artırabilir.

Ancak bu tür stratejiler, zaman zaman hükümetlerin ve kurumların manipülasyon aracı olarak kullanılabilir.

Kontrollü Kaygı

Tarihte, hükümetler ve politikacılar kaygıyı bilinçli bir şekilde kullanarak toplumu yönlendirme konusunda başarılı stratejiler uygulamıştır.

Örneğin, ABD'de Soğuk Savaş dönemi boyunca komünizm korkusu, toplumsal dayanışmayı ve uzun vadeli savunma harcamalarına desteği artırmak için kullanılmıştır.

Aynı şekilde, 9/11 saldırılarından sonra ABD'de terörizme karşı duyulan korku, uzun yıllar sürecek askeri operasyonlara ve güvenlik politikalarına geniş kamu desteği yaratmıştır (Greenberg, 2004).

Bu tür kontrollü kaygının kötüye kullanıldığı bazı örnekler de vardır. Edward Snowden'ın NSA belgelerini sızdırması, ABD hükümetinin terörizm tehditlerini abartarak vatandaşların mahremiyet haklarını nasıl ihlal ettiğini ortaya koydu.

Bu olay, kaygının sadece bir güvenlik önlemi olarak değil, aynı zamanda manipülasyon aracı olarak da kullanılabileceğini gösterdi (Greenwald, 2013).

Refahın Diğer Sonuçları: Üreme Hızındaki Düşüş ve Cinsiyetsizleşme

Rahatlama ve ekonomik refahın bir başka önemli etkisi de üreme hızındaki düşüş ve cinsiyet rollerinin değişmesidir.

Gelişmiş ülkelerde doğurganlık oranları, özellikle ekonomik refahın yükselmesiyle hızla düşmüştür. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun (UNFPA) 2020 raporuna göre, Avrupa ülkelerinde doğurganlık oranı 2.1'in altında olup, nüfus yenileme seviyesinin çok gerisindedir (UNFPA, 2020).

Bireylerin refah düzeyi arttıkça çocuk sahibi olma isteği azalmakta ve daha çok bireysel özgürlük ve kariyer odaklı bir yaşam tarzı tercih edilmektedir.

Cinsiyet rollerinin değişimi ve cinsiyetsizleşme de refah artışıyla bağlantılıdır. Özellikle Batı dünyasında, ekonomik refahın yüksek olduğu ülkelerde cinsiyet eşitliği mücadelesi ve LGBT hakları konusunda daha büyük adımlar atılmaktadır.

Ancak bu durum, bazı çevreler tarafından "cinsiyetsizleşme" olarak eleştirilmekte ve geleneksel aile yapısının zayıfladığına işaret edilmektedir (Hakim, 2016).

Sürdürülebilir Medeniyet ve Toplum Görüşleri

Toplumların refah seviyesi arttıkça, sürdürülebilir bir medeniyet ve topluma nasıl ulaşılacağı sorusu gündeme gelmektedir. Birçok sosyolog ve ekonomist, aşırı tüketimin ve çevresel tahribatın uzun vadede toplumsal sürdürülebilirliği tehdit ettiğini savunuyor.

Kate Raworth'un "Doughnut Economics" modelinde, ekonomik büyümenin sınırlarının olduğu ve insan refahının sürdürülebilir kaynak kullanımı ile dengelenmesi gerektiği vurgulanmaktadır (Raworth, 2017).

Aynı şekilde, Brundtland Komisyonu'nun "Sürdürülebilir Kalkınma" tanımı da, bugünkü ihtiyaçların gelecek nesillerin kaynaklarını tüketmeden karşılanması gerektiğine işaret etmektedir (Brundtland, 1987).

Sonuç

Bireyler refah düzeyi yükseldikçe çalışma isteği azalabilir, eleştirel düşünme ve manipülasyona açıklık artabilir.

Toplumda belirli bir dozda kaygı yaratılması, bireylerin daha sorumlu ve uzun vadeli düşünmesine katkıda bulunabilir, ancak bu kaygının kontrollü ve etik şekilde yönetilmesi gerekir. Toplumsal olaylara, politikacıların tepkilerine bu gözle bakıldığında, kontrollü kaygı ya da olumlu kaygı gibi kavramlardan bahsedilebilir.

İyi de oynasam, kötü de oynasam takımda yerim hazır, ya da maçı kazansak da kaybetsek de fark etmez diye düşünen bir sporcunun başarısı kaygı eksikliği nedeni ile olumsuz etkilenmektedir. Gelişimi durmakta hatta gerileme görülmektedir. Toplumda kaygı eksikliğinin etkisinin de aynı şekilde olduğunu kabul etmek sanırız yanlış olmaz.

Kaygı için, çoğu zarar, azı karar diyebiliriz.

Reklam
Kobitek'e ücretsiz üye olun
Etiketler:

Reklam

Destekçilerimize Teşekkürler


Kozyatağı Mahallesi Sarı Kanarya Sokak Byofis No: 14 K:7 Kadıköy 34742 İstanbul
Telefon: 0216 906 00 42 | E-Posta: info@ kobitek.com

KOBITEK.COM, bir TEKNOART Bilişim Hizmetleri Limited Şirketi projesidir.

2001 yılından beri KOBİlere ücretsiz bilgi kaynağı olma hedefi ile, alanında uzman yazarlar tarafından sunulan özgün bir iceriğe sahiptir.

Tüm yazıların telif hakları KOBITEK.COM'a aittir. Alıntı yapılabilir, referans verilebilir, ancak yazarın kişisel bloğu dışında başka yerde yayınlanamaz